25 Aralık 2009 Cuma

Bir yerlerde bir bulog vardı!

Kabul ediyorum biz bu buluog'u biraz boşladık. Twitter'da tivitleme falan derken blogun pabucu dama atılmış olabilir.
Neyse...
Bu arada neler oldu?
19 Kasım'da Bronx-Pi Sahne'de konserdeydik. Sağolsun 7pf2p dinleyicileri bizi yalnız bırakmadı. 3 saati aşan (konser sonlarına doğru herkeste bir yorgunluk, esneyenler, gözleri kapananlar...) bir konser iyiydi hoştu ama sonrası biraz bizi üzdü. Grubun salt çoğunluğu "domuz gribi"yle cebelleşti. 2-3 hafta yatanlar, aksıranlar, tıksıranlar, ateşler, kendin parasetamole ve tamiflu'ya verenler...
Bunu da atlattık ama.
Domuz gribi sonrası yapılamayan bir kısım prova ve bu nedenle yenemeyen kuru fasulyeler, işler güçler derken bir baktık 26 Aralık Babylon Konseri gelmiş!
7pf2p'yi konserlerde takip edenler hatırlayacaktır. 2 yıldır Babylon'da Aralık'ın son haftasında konser veriyoruz. Geleneksel gibi bir şey oldu bu yani.
Cumartesi akşamı görüşemezsek tüm floydianlara güzel bir yıl diliyoruz.
Ama tabii ki gelenlerle Babylon'da görüşmek üzere!
26 Aralık Cumartesi, Babylon, Saat: 21:30

Görüşmek üzere

20 Kasım 2009 Cuma

tweet mweet

arkadaslar inanir misiniz, tweet olayina girdik. ustelik su an konserdeyiz, ona ragmen, dusunun ne kadar hevesliyiz:) itinayla ekleyiniz: http://www.twitter.com/7pf2p

24 Ekim 2009 Cumartesi

Tekrar Babylon, Tekrar Dib Sahne

Dib sahnenin kulisindeydi bu... Süper değil mi lan???

Araya yaz tatilinin, akabinde de yine yaz tatili kaynaklı rehavetin girmesiyle biraz ihmal ettik buraları, farkındayız. Ama iyi niyetliyiz, üşengeciz ama bu üşengeçlikle bile bir şekilde toplanıp çalışma yapabiliyoruz, konser verebiliyoruz. Bence bu da bir başarı.

Aslında Babylon konserinden belki de benim bahsetmemem gerekiyor, zira konserin yarısında yoktum başka bir yerdeki başka bir konser nedeniyle. Tarihler belli olduğunda içimden kozmik düzene nasıl küfrettiğimi herhalde tahmin edebilirsiniz, iki gruba da optimum yararı sağlayabilmem adına ancak böyle bir çözüm bulabilmiştik. Binbir dua ve yalvarmayla zamanlamaları tam tutturmaya çalışan bendeniz ("Hmm, şimdi ilk konsere şu saatte başlasak, 7pf2p de başlamadan bi 15 dakika oyalansa, ulan Shine On'a bile yetişirim"), sahneden indiğimde saatler 10:52yi gösteriyordu. Soundcheckler arasında denemiştim, bir mekandan diğer mekana hızlı yürüyerek on dakikada varıyordum; koşarak 6 dakikada vardım:)


Bu tabii işin kişisel boyutu. Babylon'a ulaştığımda yeni ara verilmişti, 7pf2p üyeleri ve arkadaşları Babylon'un ufacık kulisine doluşmuştu-7pf2p kulisi nasıl oluyor diye merak edenler için ileride bir örnek göstereceğim, rahat olun.
Madem Babylon kulisindeyiz, hemen tuvalet aynasında fotoğraf çekilelim... Ceki naber?
Nefes nefese ama mutlu bir şekilde sahneye çıktım; diğer grup üyeleri de anlamadığım bir şekilde fazlasıyla keyifliydi. Şarkıya girince anlaşıldı ki önümüzde inanılmaz güzel bir kalabalık vardı; söylediğiniz şarkıyı sizinle beraber söyleyen, müziğin her anını hissettiğini bildiğiniz... Sahne-izleyici ayrımı yoktu, hep beraberdik, keyifle çalıp söylüyorduk. Sahneden insek mi inmesek mi derken (her konserde diyoruz bunu, pek inandırıcı gelmese de size), sahnede kaldık, ve hatta ilk defa hepimiz aynı anda selam vermeyi başardık:)

Peki Ankara'da ne yaptık? Şimdi, öncelikle belirteyim ki; 7pf2p turnelerde çok seviyesiz bir gruba dönüşebiliyor. Yani sahne dışında gördüğünüzde şaşırmayın, baya iğrençleşebiliyoruz. İkincisi, bir gün tam kadro deplasmana çıkabileceğimize inancım sonsuz; yine de büyük konuşmamak lazım. Üçüncüsü; 7 Pink Floydlar ve 2 Prenses'in resmi şarkısı Prince'ten Purple Rain'dir, her konserden sonra çalınması ve bir ağızdan bağırarak söylenmesi farzdır.

İlginçtir, hiç gecikmeden çıktık yola, sanırım bunda artık grubun çoğunun Anadolu yakasında ikamet etmesinin ve Çağlayan'da başlangıç yapacak sayının azalmasının etkisi de var. Akustik gitar bu sefer ortaya çıkmadı, çıktığında da çok kısa ortalıklarda kaldı, hala şükrediyorum. Zaten bir kısmımız için yol uykuyla eş anlamlıydı, geri kalanımız da diğer turnelere göre nispeten seviyeli bir yolculuk geçirdi. Yine de, sonlara doğru akustik gitarın hortlar gibi yapması, aslında bize kimi mesajlar veriyor gibiydi...

Şekil 1.a - Yol=Uyku

Soundcheck, Tolga'nın gelişi, Biletix'e ulaşma çabaları, BigMac falan derken kendimizi kuliste konseri bekler bulduk. Hani merak eden varsa diye söylüyorum; 7pf2p kulisi şöyle oluyor:



İşte siz konserin başlamasını beklerken, biz böyle zibidilikler peşinde koşuyoruz.

Konser anını anlatmaya gerek var mı bilmiyorum, yine bir seyirciyle bütünleşme söz konusuydu. Ama ben buradan özellikle Have a Cigar çalarken sahneye sigara atan arkadaşlara, ve Wish You Were Here çalarken arkadaşına dönüp "Ben bu şarkıyı yazdığımda, yıl 1977..." şeklinde konuşmalar yapan kardeşime selam ediyorum, düşündükçe gülüyorum:)

Ve benim için bütün konser aslında biste çaldığımız Dogs'tan ibaretti, bunu da itiraf ediyorum. Uzun zamandır çalmamış olmanın coşkusu, seyircinin gazıyla birleşince, bir baktım ki cümleten kendimizi şarkıya adamışız, kendimizden geçmişiz...

Konser bitince toparlanıp gitmemiz lazım, tabii ki son bir Purple Rain dinledikten sonra vuku bulacak toplanıp gitme hadisesi. Çalan şarkıların sözleri değiştirilmeye başlıyor, küfürler havada uçuşuyor, seviye iyice düşüyor, yine yine zibidilik peşindeyiz, ve elbette yine çorbacıya gidiyoruz. Çorbacıdaki insanları da (ki gittiğimizde pek insan kalmamıştı zaten) seviyesiz geyiklerimize boğduktan sonra otobüsümüze biniyoruz, ve o andan itibaren hepimiz için Yol=Uyku denklemi geçerli oluyor...


Ankara konserini rujuyla Nil İpek bildirdi, bir sonraki konserde görüşmek üzere!



12 Temmuz 2009 Pazar

LifeRoof Konseri: Davulcüce

Aslında her zaman İstanbul'da farklı mekânlarda konser vermek istiyoruz, fakat şimdiye kadar sahneye sığma sorunu birinci endişemiz oldu. O nedenle de gelen tekliflere hep şüpheyle baktık. Tuncay (sağolsun) sahneye sığamama ön yargımızı LifeRoof konseri önerisiyle kırmış oldu. (Opus'un sahnesine sığan 7PF2P her yere sığar diye bir atasözü de uydurmuştuk gerçi ama yine de endişe vardı).
Sonuçta hiç de fena olmadı gibi.
Konser...
Mekândaki ses sisteminin bizim için yetersiz kalması nedeniyle ses meendisimiz Görkem bin bir hünerini göstermek durumunda kaldı (davula 2 (yazıyla iki) mikrofon koyduk, normalde 7 (yedi) monitör kullanırkan üç taneyle yetindik, aynı mikrofona iki kişi vokal yaptık vs).
Tüm bunların üzerine yaz ortasında floydianlar ne kadar katılım yapar endişeleri de yok değildi hani.

Neyse... çalarken eğlendik, iyi vakit geçirdik, görebildiğimiz kadarıyla gelenler de memnun duruyordu. Dahası, konser sonrasında, 7PF1P+1 Görkem+1 Emir'in danslarıyla henüz enerjisini tüketememiş seyircilerle yaptığımız dans figürleri de cabasıydı (emir'in robot dansını kaçıranlar için tekrarı olur mu bilemiyorum). Haa bir de tabii dört yanı açık terasın iki farklı yönünde, gökyüzünden bize yaklaşan "perfect storm"un gerçekleşmemesi de hayırlı bir olay oldu.

Seyirciler arasından, ilk olarak Babylon Konseri'nde duyduğumuz "nanik pink floyd" nidaları burada da duyuldu. Sonradan anladığımız üzere "Learning to Fly" isteyenlerin sesiydi bu. Kıramadık kimseyi, hazırlanmamış olmamıza rağmen çaldık.

Başıma gelen ufak tefek aksaklıkları da burada tarihe geçmesi adına yazıyorum:
(Konserin ikinci yarısında (Time'ın girişinde) hayatımda ilk defa davul derisi patlattım. Normalde alıştığım iki altolu davul düzeni yerine bu konsere özgü tek altoyla çalmak zorunluluğu, patlak deri sorunuyla birleşti. Great Gig In The Sky'ın girişinde floor tom'u ters çevirip patlak deriyi bantladım ve davulun girdiği yere yetiştim. Bis sırasındaysa Echoes'da kick pedalın topuzu vidasından kurtuldu. Yine davulun girişine kadar vida ve somunuyla cebelleştim. Bir şekilde halloldu.)

Sonuçta endişeli başladığımız bir konseri rahatlamış bir biçimde bitirdik.
Gelen herkese çok çok teşekkürler...
Davulcüce

4 Haziran 2009 Perşembe

Sekiz günde iki konser..

..çok da alışık olduğumuz bir şey değil. Yapmayı tercih ettiğimiz bir şey de değil, her şeyden önce çok yorucu. Ama İstanbul Studio Live konserinden 1 hafta sonra gelen bir İzmir konseri olduğu için kimsenin bir itirazı olmadı, grupta grubun üçte birinin İzmir'li olmasından öte bir İzmir sevgisi var :)

Öncelikle Studio Live konseri.. İstanbul konserlerine tam kadro çıkmayı başarabiliyoruz. İstanbul dışı konserlerde ise bunu yapabilmiş değiliz henüz. Her ne kadar konsere tam kadro çıktıysak da öncesinde bir provayı bile tam kadro yapamamış olmamız, ve hatta az sayıda prova yapabilmiş olmamız, bizi konser öncesi endişelendirdi aslında. Ama konserde bunun eksikliğini çok çekmedik, eksik olan şey daha çok ilk iki parçadan sonra çalışmamaya karar veren vokal monitörü oldu. Uzak monitörlerden aldığımız seslerle konseri tamamladık, umuyoruz ki Mayıs sonu için güzel bir sayıdaki seyirci bunu çok hissetmemiştir. Bizim açımızdan bakarsak, verdiğimiz en keyifli Studio Live konserlerinden biri oldu. Sonlara doğru kendi sesimizi duymakta zorlandık, bizim bu işi yapmamızın yegane sebebi olan bu coşku için teşekkürler!

İzmir'e gitmek için Cuma akşamüstü hepimizi evlerimizden alan super lux sanatçı karavanı bizi Atatürk havaalanında özel uçakların bulunduğu piste götürdü. VIP passını unutan bir arkadaşımız olmasına rağmen, kapıdaki güvenlik bizi tanıdığından gülümseyerek "buyrun, hoşgeldiniz" dedi. Enstrümanlarımız zaten İzmir'e inmişti, souncheck için sahne hazırlanıyor olmalıydı. Bir buçuk saat sonra Alsancak'ta olacaktık.

Sonra uyandım.

İzmir konseri için yine daha önce yaptığımız gibi sabah erken saatlerde Çağlayan'a, stüdyoya gitmemiz gerekiyordu. Acaba bu defa zamanında yola çıkabilecek miydik? Şaka yapıyorum, öyle bir şey tabi ki mümkün değil. Ama kendimizi geliştiriyoruz, sadece 45dk gecikme ile, eşyalarımızı minibüse yüklemiştik ve yine yoldaydık işte. Sekiz küsur saat sonra Alsancak'a vardığımızda Opus Bar'ın bulunduğu 1453 sokakta insanlar içkilerini yudumlarken bir yandan da yolun ucundan güneşi batırıyordu. Souncheck'te işine ara veren güzel İzmir'i biraz olsun tatmaya çalışıyordu.

Sahne bizim gibi bir grup için biraz küçük olmakla beraber, daha küçük yerler de gördüğümüzden, çeşitli yan formüllerle sahneye sığmayı başarmıştık. Bir gün gelecek, deve güreşi formasyonunda konser vermeyi de öğreneceğiz. O zaman çıkamayacağımız sahne kalmayacak.


Konser harikaydı. O sıcakta bizi dinlemek için kapalı bir bara girmeye ikna olan, ve bununla yetinmeyip her şarkıya eşlik eden İzmir seyircisi, bazı noktalarda unuttuğumuz şarkı sözlerinde de kurtarıcımız oldu :)

Soundcheck boyu giderilemiyen bir teknik arızadan sonra ses mühendisimiz Görkem bu hale geldi yalnız. Tekrar kullanılamayabilir, endişeliyiz.


Vee bir güzel sürpriz de, Küçük Prenses'in doğumgünü olmasıydı :) Pasta kestik, eve gitmeden önce çorbacıda yediğimiz tahinli pide ile de üstlük yaptık, göbeklerimizi de ihmal etmemeliydik.

Sabah Alsancak'ta yaptığımız kahvaltı bize neden burda yaşamıyoruz diye sordurttu. Her İzmir'e geldiğimizde bu oluyor, bu da kaçınılmazlardan. Malesef geçen İzmir konserimizden daha kısa planlamıştık bu ziyaretimizi, öğle saatlerinde yola çıktık, gözlerimiz arkada.. Güzel İzmir...


Dönüş yolunda Akhisar'daki Köfteci Ramiz'in tuvalet kapısının önünde çektiğimiz şu fotoğrafı da paylaşmadan edemeyeceğim. Baget, pena, teller ve imzalar orijinaldir.


Mutlu yıllar Pili :)

29 Nisan 2009 Çarşamba

Bir Bahar Gecesi Bir Başka Ankara Macerası

Zannedersem şu ana kadarki en kişisel konser-sonrası postu bu olacak. Neyse ki bunun için geçerli nedenlerim var. Açıklayacağım.

Şehirdışı konserlerden alışık olduğumuz üzere ufak bir gecikmeyle yola çıktık. Yoldaki “rahatlamış”lığımız yine aynı düzeydeydi; şakalar, komiklikler, kendini bilmezlikler. Tabii ortaya bir de akustik gitar çıkarınca işler gerçekten çığırından çıktı. En son tek akustik gitarda 6 kişinin çalması için besteler yapıyorduk. Neyse ki zihin sağlığını seven bir dostumuz gitarın akordunu tamamiyle bozdu, biz de gitarı kaldırıp konuşmaya yüklendik. Gerçi şimdi düşündüm de, iki durum da bir ayrı fena =) İlk molayı verdik, karnımızı doyurmuş olmanın verdiği neşeyle yolun ikinci yarısında grupçak uykuya daldık.
Uyandığımda Ankara’ya girmek üzere idik, lakin benim gözler tavana sabitlenmiş, hangi hareketlerle bu habis mide bulantısını geçirebileceğini hesaplıyordu. Yaptığım herhangi bir göz hareketi, pek tabii ki, mide bulantımı geçirmedi. Bu halde mekanın kapısına kadar geldik. Mekanda yatacak bir yer aramaya başladım hemen. Sonrasındaki 2-3 saati hatırlamıyorum. Alet-edevat kuruluyor dediler bana.Kalktığımda sound-check sırası bendeydi. Esasen kontrol edilecek bendim o noktada. Kalktım, baktım kalkmak iyi bir hareket değil, oturdum gerisingeri. Soundcheck için 5 dakika bile dayanamadım, bir başka mide bulantısı akınıyla perişan olmuştum, kendime yeni bir yatacak yer aradım. Konserden umudum yoktu, yükselen ateşimin de etkisiyle büyük bir sıkışıklık-çaresizlik-“gece ne yapıcaz yahu bu halimle” hissiyle daha fazla dönüp duruyordum. Elime geçen her ilacı arka arkaya attım, biraz daha yatmak, biraz daha az titremek için daha uygun yerleri aklımdan geçirmedim. Müzik dışı bir sound-check zamanı gerçekten insanı çok donuklaştırıyormuş, onu öğrendim.

Neyse ki konser vaktine yetişebilmiştim. Kalabalığı gördüğümde ve sahneye çıktığımızda her şeye rağmen güzel bir konser geçireceğimizin sinyallerini almıştım. Yanılmamışım. Hatta diyebilirim ki, kendi adıma son zamanlardaki en keyifli konserdi. Seyircinin her şarkıya kendini vermesi, her şarkının her nağmesinin hem grup içinde, hem de seyirciyle paylaşılıyor olduğunu bu kadar canlı hissetmek gerçekten çok güzel bir his. Ve işin daha da güzel tarafı, bu his performans boyunca hiç kaybolmadı. Ben hastalığımı unuttum, titrediğimi unuttum, konser sonrası daha da titreyeceğimi aklıma bile getirmedim. Hatta korktuğum gibi de olmadı. İyice iyileşmiştim bile.



Konser bitti, sonrasında çok mutlu mesut bir şekilde sahneden indik, coşku hala sürüyordu. Hiçbir “kendine fazla yüklenme” etkisine maruz kalmadan uyandık sabaha. Paylaşılan coşku böyle bir his işte. O anda deselerdi ki “Kaz Dağları’nda konser varmış bu gece, hadi gidiyoruz”, hiç düşünmeden yola koyulurduk gibi geliyor bana (neden Kaz Dağları örneğini verdiğim kendim için de bir muamma). Özellikle şehir dışı konserlerde bu hisle hareket ediyor olmak bana çok önemli gibi geliyor, saygıyı temel alan bir projede paylaşımı devamlı görebilmek ve hissedebilmek motivasyonların en büyüğü zira.

Bu yazının bunca kişisel olmasının nedeni esasen bu yolculuğun konser günü hastalanan bir adamın bile o günün atmosferiyle hayat bulması, neşelenmesi, etrafına neşe saçabilmesini gösterme isteğimdir. Gelen, o atmosferi yaratan ve bizimle paylaşan herkese çok teşekkür ederim.

Tüm bu olup biten şu şarkılar üzerinden kuruldu: Sheep-Welcome to the Machine-Have a Cigar-In the Flesh-ABITW Part I-The Happiest Days of Our Lives-ABITW Part II-Nobody Home-Learning to Fly-Pigs-Shine on Part I-II-Dark Side of the Moon-Pigs on the Wing Part II+Mother-Young Lust-Hey You-High Hopes-Wish You Were Here-Comfortably Numb
Bis: Echoes-Run Like Hell.


19 Nisan 2009 Pazar

7PF2P Tekrar Ankara'da: 24 Nisan Cuma Dibsahne

Evet... 7PF2P tekar Ankara yollarında. Biz Ankara'yı sevmiştik, sanırız Ankara da bizi sevmiş!

Şubat sonunda kartopu oynayarak, kitap okuyarak vb çeşitlilikte işlerle meşgul olarak gittiğimiz Ankara'dan güzel anılarla dönmüştük (bakınız Şubat ayı blogu). Bu kez, bir bahar günü 24 Nisan'da DibSahne'deyiz.

İki Afiş Arasındaki Farkları Bulunuz!Aşağıdaki iki afiş arasındaki ufak tefek farkların yanında bizim playlistte de bilimum değişiklikler var. Bakalım, neler olacak, hep beraber göreceğiz!

24 Nisan gecesi görüşmek üzere.
Sevgiler

Unutmadan!
Kapı Açılışı 22:00.
Konser Başlangıcı 23:30






6 Nisan 2009 Pazartesi

Garanti Kültür Merkezi ve mendiller


7 Pink Floydlar ve 2 Prenses söz konusu olduğunda, belli konserler dışında onları "ağırlıyor" olma hissi çok hoşuma gidiyor. Geçen sefer bu hissi İzmir konseri doğurmuştu, bu sefer ise Boğaziçi Üniversitesi'nde vereceğimiz konser aynı heyecanı yaratıyordu. Gerçi aramızda Boğaziçi Üniversiteliler vardı, hatta Boğaziçi Üniversitesi'nde lisansüstü öğrenim gören bile vardı, ama lisans öğrencisi bir ben olduğum için, biraz da yurdum Garanti Kültür Merkezi'nin hemen yanında olduğu için fazlasıyla ev sahibi hissediyordum kendimi.

Soundchecke geç başlamıştık, evet, hatta ben de dersten geldiğim için biraz geç kalmıştım, ama erken gelseydik de sanırım efsane değişmeyecekti ve soundcheck son dakikaya kadar sürecekti:) Geri vokallerdeki nezle sorunu, bas amfisinin arkasına saklanan bir kutu mendille çözüldü, çaylar içildi, son hazırlıklar tamamlandı ve 7 Pink Floydlar ile 2 Prenses kendini dışarı attı.

"Sanatçı öyle ortada dolaşır mı, girin içeri" geyikleri arasında bir şekilde kendimizi sahne arkasında bulduk, ne olduğunu anlamadan sahnedeydik. Kafamda binbir türlü kötü senaryo dönüyordu, başlarda hep hata yapardık zaten, monitörden kesin kendimizi duyamayacaktık, sanki az seyirci gelmişti, seyirci coşmazsa biz nasıl coşacaktık... Üstelik uzun uzun düşünmüş, ve seyircinin (zamanında çıkmamız durumunda) maçın daha azını kaçırması adına ara vermemeye karar vermiştik, seyirci muhtemelen sıkılacaktı... Üstelik bir de milli maç vardı...

Ama Boğaziçi Üniversitesi izleyicisi -ve Boğaziçi Üniversitesi dışından gelen herkes- kaygılarımın yersiz olduğunu bana gayet güzel kanıtlamıştı. Seyircileri göremediğimiz için insanların tepkisini ancak alkışlarla anlayabiliyorduk, o bile yetiyordu. Moralimiz yerindeydi; karşımızda oturan grup, biz sahnede ne hissediyorsak onu hissediyordu, farkındaydık. Göremediğimiz için alkışların nereden geldiğini anlayamıyorduk, afallıyorduk ama mutluluğumuz da tartışılmazdı.


Playlistin sonu, beklemediğimiz bir bis isteği... Kısa bir düşünme sürecinden sonra tekrar sahnedeyiz, Echoes çalıyoruz. Biz geri vokalistlerin pek bir görevi yok şarkıda, ama yine de keyifli o an sahnede grubun bir parçası olmak. Konser bitiyor, selam veriyoruz, yorgunluğumuzu gece ilerledikçe hissedeceğiz, o an iyiyiz, mutluyuz.

Zaten muhtemelen yorgunluğu hissetsek bile bu yorgunluktan keyif alacağımızı biliyoruz. Boğaziçi Üniversitesi Müzik Kulübü'ne çok teşekkür ediyoruz, bize bu konseri verme imkanını sağladığı için.


Fotoğrafları çeken Seda'ya da ayrıca teşekkürler.

18 Mart 2009 Çarşamba

Tekrar Boğaziçi'nde...

Yaklaşık 2 yıl kadar önce (tam olarak 675 gün önce) Boğaziçi Üniversitesi'nde bir konser vermiştik, anneler günüydü. Annem de oradaydı, sanırım Ceki'nin annesi de vardı ve biz Mother çalmıştık. İşte o konserden tam 689 gün sonra tekrar Boğaziçi Üniversitesi'ndeyiz. Lilipek'e yaptığımız "GMK'de konser" baskıları meyvesini verdi nihayet: 1 Nisan 2009'da Garanti Kültür Merkezi'ndeyiz.

Bir süredir düşünüyorum, Boğaziçi'nde okuduğum yıllarda, ki yaklaşık 1991 ila 1996 yılları arasına tekabül eder, müzikle ilgim ve alakam sadece "dinleyici" konumuna indirgenmişti (böyle edilgen falan fiil ama ben indirgemiştim yahu, kendi kararımdı yani). Bugünlerde "şimdiki aklım olsa" falan diyorum "şöyle yapardım, böyle yapardım". Pek öyle olmuyor tabii, neyin ne zaman olacağı bilinmiyor. Demek ki içimde bir ukteymiş. Neyse, ben de "en azından bir şekilde döndün, konser veriyorsun bak!" şeklinde kendini avutmaya çalışan insanı oynuyorum. (Bu blog yazıları insanı duygusal mı yapıyor nedir?)

Sonuçta öyle ya da böyle, tekrar okulda olmak güzel şey! Teşekkürler BÜMK...
Gelenlerle orada görüşmek üzere.
Sevgiler

5 Mart 2009 Perşembe

Ankara

27 Şubat sabahı 7:00 sularında Pili'nin telefonuyla başladı. Onu yarım saat snooze edebildim sadece. Stüdyodan eşyalarımızı toplamalıydık, 9:30'da tekerlek dönmeliydi. Grup kalabalık malum, bazen saymakta biz bile zorlanıyoruz. Sayıyorum sayıyorum sekiz oldu, bi kişi daha olucaktı, kimdi diyoruz. Böyle bir grup yola dakikasında çıkabilir miydi, mümkün müydü bu?

11:00 civarı yola düştük. Yorgunduk falan ama akşam keyifli bir konser bizi bekliyordu, neşeliydik. Yolda kar görünce dayanamadık, kısa molalar verdik. Kartopu oynadık lan.

Kartopundan sıkılınca adam olduk, efendi olduk. Gazete okuduk, uslu uslu oturup birbirimize fıkralar anlattık.

Ve Dib Sahne. Eski bir bina, yerlerde eski taş karolar hala duruyor. Bayağı elden geçmiş, ama o eski bina dokusunu hala hissedebiliyorsun. Kanımız ısındı hemen. Sahne öyle bir köşede ki, mekandaki herkes görebiliyor. Kolonun arkasında kaldım, grubun yarısı görünmüyordu gibi dertler yok.

Soundcheck biraz uzun sürdü. 320'yi ver 400'ü al derken saat 9'u bulmuştu yanılmıyorsam. Bize ancak bir yemek zamanı kaldı.

Bu arada gittiğimiz kebapçı saat 10'da dükkanı kapattı. Tunalı Hilmi'de yukarı aşağı yürüdük, insan göremedik. Aramızda pek Ankaralı da yok, bu sessizlik neye işarettir bilemedik. Dib'e bir endişeyle girdik. Mekan dolu. Anlayamadık ama olsun. Underground yaşıyor bu Ankara :)

Konser.. Seyirci muhteşem, onlar söyledikçe biz coştuk. Burada kelimelere gerek yok. Çeşitli sitelerinde yorum yapan arkadaşlar sağolsun, anladık ki güzel konser olmuş :)

Sahne sonrasında kendimizi dansa bıraktık. Birileri tren bile yaptı. İzmir konserinde yeterince tren yapmış olan 7PF2P bu olaya pek tamah etmedi. Allah tarafından. Sabah 7'den beri ayaktaydık, yorgunluk ve uykusuzluk dayanma sınırlarımızı zorluyordu, otel ve yatak ise sadece 5 dk mesafedeydi. Ama hala hızımızı alamamıştık, bir çorbacıyı şiddetli ve düzey yoksunu konser geyiklerimize boğduk. Maalesef bir de seyircimiz oradaymış, yarım saat bu saçmalığa maruz kaldıktan sonra konser için bize teşekkür etti. Sağolsunlar, Ankaralılar çok nazik insanlar. Asayiş zedeleyici herhangi bir sınırı aşmadan otel odalarımıza, hem de eksiksiz, varabilmiştik. Hayat mucizelerle dolu.

Şu Ankara-İstanbul yolunun toplam kilometre - ortalama hız - toplam saat ilişkilerini dönüşte de çözemedim, kesin bi tutarsızlık var. 12'de yola çıktık, İstanbul'a vardığımızda saat 8'di. Ben bir iş toplantısı için sabah Ankara'ya gidip, toplantı yapıp, öğleden sonra İstanbul'da ofise döndüğümü bilirim. Bu defa kartopu da oynamadık halbuki, geceki konser kayıtlarını dinledik. Ben en son gittiğimden beri uzamış bu yol, kesin. Neyse.

Keyfimize diyecek yok. Konserler hep böyle olsun :)

25 Şubat 2009 Çarşamba

Hazır mıyız ki neyiz?


Ankara konserine az kaldı, ve biz bugün son provamızı yaptık. Perşembe günü eşya toplamaca, cuma günü yola çıkmaca. Ayrıca bu konsere iki yeni parça hazırladık, yehu:)

8 Şubat 2009 Pazar

6 Şubat


Aslında bu konsere gelme ihtimalimi hiç düşünmemiştim. Yani, daha zaman vardı, üstelik ben İzmir'deydim, yani konser mekan olarak da, zaman olarak da çook uzaktı, düşünmek için mekan ya da zaman sıkıntım yoktu. Dolayısıyla da bu konser, 7pf2p İzmir'e gelinceye kadar bilinçdışı kalmıştı.

Peki ne oldu? Panik. "Gidebilir miyim ki", "gidebilirim aslında", "ama uzak", "ama 7pf2p", "ama Pink Floyd", "ama konser" falan derken 6 Şubat'ta, kendimi içimden rötar yapan uçağıma küfreder buldum. Akabinde de cuma gecesi trafiğine küfrettim, kendini ezik/eksik hissetmesin diye, elbet o da en güzel küfürleri hak ediyordu. Öyle ya da böyle, çeşitli rastlaşmalar ve buluşmalarla İstiklal Caddesi'nden geçtim ve soundchecke yetiştim (Burada eklemek isterim ki: Babylon konserinde soundchecke yetişememiş bir insanım ben. Zaten konser kayıtlarında sesim yok:)).

Ama bütün bu sinir hali, bütün bu panik, StudioLive'a girmem ve grupla bir araya gelmemle yerini mutluluğa ve huzura bıraktı. Sadece iki haftadır görüşmüyor olmak bile, benim açımdan, çok büyük bir özlem yaratmıştı, ve bunu grupla bir araya geldiğimde daha net hissediyordum. Dolayısıyla muhabbetler edildi, kontroller yapıldı, tonlar denendi, tekrar muhabbetler edildi, yemekler yenildi (bize) ve kapı açıldı, konser saati git gide yaklaşıyordu.


Aslında oldukça ilginç bir konser geçirdik. Pink Floyd çalmanın keyfi sabitti, ve biz yine sahnede mutluyduk, ama basçımız Hakan'ın sesi içeride zaman zaman kesiliyordu, bu da kısa bir ara vermemize neden oldu. Bir şekilde düzeldi, sonra konser esnasında gidip gelmeye devam etti, bir yandan dışarıdan duyulup duyulmadığını da anlamadığımız için tedirgindik.

Seyirci ise asıl ilginçliği sağlayan olguydu, zira, gerçekten bir barda bu kadar festival ortamı yakalamak zordur:). Gerçekten, bir an baktığımda sanki uçsuz bucaksız çimlerde konser veriyormuşuz gibi hissettim, herkes de oturmuş, çimlerde bağdaş kurmuş, keyifle dinliyor, şarkılara eşlik ediyor, hatta bazen hep beraber sallanıyordu. Yanlış mı gördüm bilmiyorum, ama sanırım konserde tanışıp, konser boyunca beraber takılan insanlar bile oldu. Başta birkaç kişi otururken, saatler ilerledikçe, muhtemelen yorgunluğun da etkisiyle, önümüzde oturan seyirci sayısı da arttı, bize ise ancak oturamadığımız için seyircileri kıskanmak düştü:).


Keyifli başlayıp, keyifli bitirdik konseri. Şimdi İzmir'den, pencerede sağnak yağmur eşliğinde yazıyorum bu satırları, ve bir hafta daha provalardan uzak olmanın burukluğunu yaşıyorum (-buruk kelimesini de kullandığıma göre, ver elini edebiyat..). Ama önümüzde Ankara konseri var, Ankara konserine de çok zaman var, hem yol da uzun, demek ki düşünmeye gerek yok...

Sonra düşünürüz:)

3 Şubat 2009 Salı

7PF2P StudioLive'da...


Evet, bir kez daha StudioLive'da konserimiz. İzmir yolculuğunun ardından grubun yarısı soğuk algınlığı türevi bilimum hastalıklarla mücadele etmek durumunda kalsa da 6 Şubat Cuma akşamı 7PF2P olarak sahnede olacağız.
İki konser arasındaki kısa zaman diliminde, çeşitli tatiller (malum yarı yıl tatili), iş seyahatleri, ve bunun gibi nedenlerle bazı provalarda eksik bir kadroyla çalışmak durumunda kalmamız (ki hastalıkların da etkisinden bahsettim yukarıda) bizi en çok zorlayan konular oldu.
Yine de geleceğe umutla bakıyoruz :)

7PF2P, 27 Şubat'ta Ankara yollarında...
StudioLive konseri sonrasında 27 Şubat'ta 7PF2P yeniden yollara düşecek ve Ankara DibSahne'de bu kez Ankara seyircisinin karşısına çıkacak.
Biz de neler olacağını merakla bekliyoruz...
Görüşmek üzere

Bu arada küçük bir hatırlatma:
7PF2P facebook sayfası
7PF2P web sitesi

26 Ocak 2009 Pazartesi

Başlarken...

"7PF2P'nin zaten bir web sitesi var (www.7pf2p.com), facebook'ta sayfası var, bu blog da nereden çıktı" diye kendime sorarken buldum bu sayfayı ilk açtığımızda... Kendime sormakla da kalmayıp buraya da yazdım.
Gerçekten bu blog nereden çıktı?

Öncelikle...
23 Ocak 2009 sabahı saat 07:00 sıralarında İzmir-BIOS konseri için İstanbul'dan yola çıktığımızda (wolkswagen volt-crafter aracın içindeyken) önümüzdeki iki üç günün bu kadar eğlenceli geçeceğini bilmiyordum. Yol sırasında yavaş yavaş bunları bir şekilde yazıya dökmenin güzelliklerini hayal etmeye başladık, sonrası da aslında oldukça kolay oldu, blogspot sağolsun.

7PF2P İzmir Yollarında...

Evet, açıkçası benim için bir hayaldi. Yaklaşık 17 yıl sonra tekrar İzmir'de bir konser vermek, hem de Pink Floyd Saygı Grubu olarak Pink Floyd çalmak başka bir şeydi.
Daha önce İstanbul dışında bir konser vermemiştik, kalabalık bir grup olduğumuz için sahne düzeni, ses sistemi vb konularda endişelerimiz vardı. Onun da ötesinde İzmir'deki seyircinin tepkisi konusunda da herhangi bir fikrimiz yoktu. Tüm bunlar aklımızda, yola düştük...


Titanik

Bu Yol Biter Mi ?

İzmir'e Giriş...

8 saatlik yolun ardından... Sahara Çölü üzerinden memleketimize yönelen toz bulutlarının taşıdığı çamurlu yağmur ve turuncu bir gökyüzünün altında Sabuncubeli Yokuşu'ndan aşağıya inmeye başladığımızda endişelerimize bir de "hava muhalefeti" eklenmişti. Yağmur neredeyse hiç dinmedi, Gazi Kadınlar Sokağı'nda BIOS'un önüne eşyalarımızı indirene kadar.

Sahneye Kuruluşumuz...
Hepimizin ortak endişesi olan "abi biz sahneye sığar mıyız?" sorusu hemen cevabını buldu. Sığarız bir şekilde... Soundcheck ve ortama, ses sistemine alışalım derken saat 20:00 olmuştu ve yaklaşık 11 saattir ayaktaydık. Çıkardığımız sesler fena duyulmuyordu.

SoundCheck @ Bios

Fonkol

Konser öncesi...
BIOS'un bizi çok iyi ağırladığını söylemek gerekli. Teşekkürler BIOS. Güzel bir akşam yemeğinin ardından ilk defa otele doğru yola koyulduk. Ne yazık ki sadece 1 saat vaktimiz vardı, duş, 30 dakika dinlenme ve yeniden BIOS'a doğru yolculuk...

King Crimson - ÜçBurun

06

Şaşı mıyım ben ?

Konser...
Saat 23:30:
BIOS'un içerisinde tek tük insanlar, müzik eşliğinde sohbet ediyor. Bir anda karşımda Özgür beliriyor. İlkokul arkadaşım, yaklaşık 25 senedir ilk defa görüşüyoruz. Konsere gelmiş.
Saat 23:25:
soru: "insanlar on ikiye doğru mu gelir?"
cevap: "cuma akşamı burası çok dolu olmaz ki!"
soru: "?"
Saat 23:40:
BIOS'un içerisinde adım atacak yer yok. Bu insanlar nereden çıktı, ne zaman geldiler?
Saat 00:00:
Sahnedeyiz.

İzmir seyircisi...
Herkes hep bir ağızdan şarkıları söylüyor, tempo tutuyor, dans ediyor... Gülümseyen yüzler, bağırarak şarkı söyleyenler, şaşkınlık, coşku... Seyircinin coşkusu bizi de etkiliyor. 7PF2P İzmir'de güzel bir gece yaşıyor. Tüm yorgunluğa rağmen yüzlerde tebessüm. Seyirciyi alkışlıyoruz. Teşekkürler İzmir.
...ve bu blog da bu şekilde başlıyor.
Görüşmek üzere...

Yörsan-SeeTheLight

Köfteci Ramiz

6pf @ Eskihisar